Selçuk Baysal

Değerlerimizin güvenlik görevlisi olabilmek - vileda

Selçuk Baysal

Aynı şehirde yaşayan iki farklı ailenin iki evladı okumak üzere yaşadıkları yerden ve ailelerinden ayrılmışlardı. Çocukların evde olmadıkları dönemde aileler nedendir bilinmez evlerini korumak gereği duymuşlardı. Bir aile evlerini korumak için bir güvenlik görevi ile anlaşmış, diğer aile ise bir köpek almış ve evlerini bu şekilde korumaya karar vermişlerdi.

Bir tatil dönüşü çocuklar evlerine gelmek üzere çıktılar yola. Birinci ailenin çocuğu kapıya geldiğinde güvenlik görevlisiyle karşılaştı. Güvenlik görevlisi tanımıyordu çocuğu. Çocuk, onun için korumakla yükümlü olduğu alana giren bir yabancıydı. Tabancası vardı ve isteseydi eğer tek bir mermiyle çocuğu etkisiz hale getirebilirdi. Ama yapmadı. Önce ''Dur'' emri verdi çocuğa. Kim olduğunu sordu. Çocuk aileden olduğunu söyleyince kimliğini kontrol etti güvenlik görevlisi ve ev sahiplerine haber verdi. Sevinçli haberi alan ev sahipleri mutluluktan uçuyordu. Görevini layıkıyla yapan güvenlik görevlisi de mutlu bir şekilde aileyi izliyordu.

Diğer ailenin çocuğuysa daha bahçe kapısına girmeden köpeğin hırçın havlamalarını duydu. Köpek çok sinirliydi. Çünkü bu çocuk da köpeğin korumakla görevli olduğu alana girmişti. Köpeğin aklında onu parçalamak vardı. Bunu başarabilmesi için önündeki ilk engel boynundaki zinciriydi. Çünkü çocuğu parçalaması için evvela ondan kurtulmalıydı. Çocuğu parçalamalıydı çünkü çocuk o köpeğin ekmek yediği insanların özel alanına girmiş bir tehlikeydi ve o alanı korumalıydı köpek. Çünkü kendince o insanlara sadıktı. Ama köpeğin düşünemediği bir şey vardı. Aklındakini yapsaydı eğer kendi sahibine dünyanın en büyük acılarından birini tattıracaktı. Bilmiyordu ki O çocuk kendisinin sadık olduğu insanlara daha sadıktı. O çocuk kendi sahiplerinin canıydı, kanıydı. Ve kendi sahipleri o çocuk için gerektiğinde dünyayı hiçe sayardı. Kendilerini savunan köpeği bile…

Şimdi durduk yere niçin anlattım bu hikâyeyi?

Kendimi bildim bileli dünya bir siyaset rüzgârının etkisinde. Gayet normal çünkü memleketler siyaset ile yönetiliyor. Siyaset şöyle dursun hepimizin ayrı ayrı yaşam tarzı, başka başka hayata bakış açısı var.

Asırlardan beri insanların gerek yaşam tarzı üzerinden gerek siyasi görüşü üzerinden birbirilerini aşağılaması bir bitmek bilmedi gitti

Hem sosyal hayata hem sosyal medyaya baktığımızı zaman en çok ne görüyoruz?

Herkesin kendinden olmayana göre daha vatansever, daha dindar, daha milliyetçi, daha Atatürkçü, daha entelektüel, daha daha daha olduğunu mesela.

Ya da, ‘’Zaten şunu bunu yapan siz değil misiniz?’’, ‘’Efendim sizi de gördük sizi de’’, ‘’Dediğin gibi olsa ülke batar ülke’’ şeklindeki kısır tartışmaları.

Davamız bu kadar memleket sevdasıyken birbirimize karşı bu kadar mı tahammülsüz, bu kadar mı hoşgörüsüzüz diye düşünmeden edemiyor insan.  Oysaki farklı fikirler aslında deminki hikâyede anlattığım ailenin evlatları gibi, zamanında unuttuğumuz ya da başka bir sebepten dolayı terk ettiğimiz gerçekler değil midir? Amma velakin bizler bağlı olduğumuz değerlere acaba bir güvenlik görevlisi gibi mi yaklaşıyoruz? Sormak lazım kendimize.

Tamam değerlerimize sadakat derecesinde bağlıyız ama acaba insan olan bir güvenlik görevlisi gibi farklı olan değerlere ‘’kimlik’’ soruyor muyuz?

Yoksa kafamızda oluşan fotoğrafa göre karşımızdakilere bir rol biçip, ’’tamam bu da onlardan’’ diyerek,  acımasızca saldırıyor muyuz?

Bakınız ABD cumhurbaşkanı Thomas Jefferson daha 1800’lü yıllarda diyor ki: içimizde farklı fikirlerde olanlar olabilir, sakın bunlara dokunmayın. Jefferson toplumları geliştiren etkenlerin başında serbest bir tartışma ortamının yattığını ta o yıllardan vurguluyor.

Ve şöyle bir bakıyorum da insanlar yüzyıllardan beri insanlık için hemen her devirde yeni sistemler, düşünceler, akımlar geliştirmiş insanlık için. Ne gariptir ki birçoğu da temelinde sevginin yattığını iddia etmekte. Ama bilanço şu: Birbirinden nefret eden insanlar. Davalar uğruna kan gölüne dönmüş sokaklar, caddeler.

İşte ben bunu viledaya benzetiyorum. Evet evet bildiğimiz temizlik aparatı olan viledaya. Peki ne alaka vileda?

VİLEDA

Hiç unutmam ilkokul üçüncü sınıftayız. Bir gün öğretmenimiz girdi sınıfa. Yeni bir temizlik kovasından bahsetti. Her sınıfın kendi imkânlarıyla kendi sınıfına bu aletten alacağını söyledi ve kişi başına şu kadar ücret düşüyor diye ekledi. Kırmızı kovası, kovanın başında süzgeci olan bu şey biz erkek çocuklarının dahi ilgisini çekmişti.  Her gün iki nöbetçi öğrenci sınıfı bununla temizleyecektik. Deterjan dahi kullanabilecektik. Ve sınıf her zaman tertemiz olacak diye heyecanlanmıştık.

Ama hiç de öyle olmadı. Sınıf her gün daha da çamur oldu. Bir yerde bir hata yapıyorduk. Ve bir gün bu durum öğretmenimizin de dikkatini çekti.

‘’Çocuklar sınıfı süpürmeden, yerdeki toz-toprak parçalarını almadan mı kullanıyorsunuz bunu?’’ diye sordu. Evet, hata oradaydı.

İşte insanlardaki hoşgörüsüzlük, vicdansızlık, başka insanların da haklı olabilme ihtimalini göz ardı etmek gibi yaklaşımlar adeta sınıfta biriken toz-toprak parçacıkları gibi birikiyor bir yerde. Ve bizler bunları süpürmedikçe, her yeri temizleyebilecek ne kadar sistem üretirsek üretelim, ortalık hep çamur kalacak.

Ve maalesef ki hiçbirimiz değerlerimizin ‘’Güvenlik Görevlisi’’ de olamayacak.

Yazarın Diğer Yazıları