Milletvekili Demirbağ, 'Yüce Milletimizin takdirine bırakıyorum'

AK Parti Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesine yönelik sarf ettiği sözlere karşı açıklamalarda bulundu.

Milletvekili Demirbağ, 'Yüce Milletimizin takdirine bırakıyorum'
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde açıklamalarda bulunduğu "Yeni Nesil Fırtına Obüsleri Teslimat Töreni"nde Türk Ordusu'nun komuta kademesi millî savunma sanayii hamlesini alkışladığı için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından hedef alınmıştı.

Savunma Sanayii ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarısını bütün dünyanın dikkatle izlediğini vurgulayan Milletvekili Demirbağ; “Sayın Kılıçdaroğlu, Şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Kıymetli Komuta Kademesi için kullandığı ifadeleri PKK ve HDP’ye karşı neden kullanmamıştır? Türk Ordusu hakkında dakikalarca konuşan ve vahim bir dil kullanan Sayın Kılıçdaroğlu, PKK ve HDP için de aynı dili kullanır mı acaba merak ediyorum. 

Ordumuzun başarısı, Savunma Sanayiimizin yaptığı atılımlar, Türkiye’nin teröre karşı gerçekleştirdiği başarılı çalışmalar bütün dünyanın gözünü korkuturken, Ülkemizde gerçekleştirilen atılımları ve Şerefli Ordumuzu yıpratma çalışmaları sürmektedir. Bunları, Yüce Milletimizin takdirine bırakıyorum.” dedi. 

AK Parti Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, 1920 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün subaylara yönelik gerçekleştirdiği konuşmayı örnek gösterdi. 

Milletvekili Demirbağ; “Sayın Kılıçdaroğlu, “Düşman herkesten evvel subayları öldürür, aşağılar” vurgusunda bulunan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Afyonkarahisar Kolordu Dairesi'nde subaylara hitaben konuşmasını okumalı. Atatürk, 31 Temmuz 1920 tarihinde o konuşmada şu ifadelere yer vermiştir; “Efendiler!

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim. Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdani imanıdır, mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardadır" O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücahedesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.
Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için "ya istiklal, ya ölüm" vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”